Aşırılıktan Kurtulmak kitabının yazarı Niko Paech ile Aytaç Timur’un yaptığı söyleşi: Kıtlık Toplumundan Bolluk Toplumuna.
Aytaç Timur: Kitabınız Türkçe’de yayınlandı. Bu size nasıl hissettiriyor?
Niko Paech: Sürdürülebilir kalkınmanın büyüme açısından kritik bir versiyonunu tanıtmak amacıyla Türkiye’deki insanlara ulaşma fırsatına sahip olduğum için çok mutluyum. Özel teşekkürlerim Elvan Şenörer’e aittir, onun muhteşem özverisi olmasaydı Türkçe tercümesi ve yayınlanması imkânsız olurdu. Yayıncım Yeni İnsan Yayınevi’ne de teşekkür etmek istiyorum.
A.T.: Ana akım ekonomi artık bir bilim olarak değerlendirilmiyor, neredeyse bir tabu hâlne geldi. Herkes papağan gibi aynı terimleri tekrarlayıp duruyor; büyüme, kalkınma, gayri safi milli hasıla. Bu gürültünün arasında, sizin sesiniz ve düşünceleriniz sizce insanlara nasıl geliyor?
N.P.: Açıkçası, yaşadığımız her krizde, büyümeye dayalı ve tüketici odaklı bir yaşam tarzının geleceğe uygun olmadığı çünkü iskambilden yapılmış bir ev gibi sürekli çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu daha da netleşiyor. Son derece teknik ve küresel endüstriyel tedarik bizi bağımlı ve savunmasız hâle getirdi. Daha tutumlu taleplerle yetinme yeteneği köreldi. Bu yavaş yavaş etkisini gösteriyor. Özellikle kaynak kıtlığı ve ekolojik geçim kaynaklarının yok olması artık göz ardı edilemez. Öngörülebilir gelecekte dış koşullar, istesek de istemesek de bizi büyüme sonrası bir ekonomiyi uygulamaya zorlayacak.
A.T.: Tüketim toplumunun bir şekilde kendini kaybettiğini ve her zaman daha fazlasını isteyen şımarık bir çocuğa mı dönüştüğünü düşünüyorsunuz?
N.P.: Kıtlık toplumundan bolluk toplumuna geçişin kültürel sonuçları vardır. Bir kişinin kimliği ve hayattaki anlamı giderek satın alınabilecek şeylere doğru kayıyor. Bir kişinin sosyal konumu aynı zamanda onun diğerlerine kıyasla yeterince yüksek düzeyde maddi mallara sahip olup olmamasına da bağlıdır. Ve her zaman zenginlik artışıyla diğerlerinden öne çıkan insanlar olduğundan, sosyal açıdan geride kalmamak için diğer herkesin de buna ayak uydurması gerekiyor. Bu sosyal dinamikler, özellikle başkalarıyla karşılaştırma, tüketicilerin isteyebileceklerinin üst sınırının olmadığı anlamına geliyor.
A.T.: Almanya’daki akademik dünyada küçülme (downsizing ve degrowth) gibi konseptlerin bir yer edinmesinin ne kadar imkânı var sizce?
N.P.: Giderek daha fazla meslektaşımın, bilim insanlarının mevcut endüstriyel modelin çökmesi durumunda bir acil durum planı geliştirmeleri gerektiğini fark edeceğini umuyorum. Çünkü büyümenin sınırları zorlanıyor. Aslında, çok çeşitli disiplinlerden giderek daha fazla meslektaşımın fikir alışverişinde bulunmak veya işbirliği yapmayı düşünmek için benimle iletişime geçtiğini kişisel olarak deneyimliyorum.
A.T.: Sizin aynı zamanda üniversite yönetimleriyle başınızın dertte olduğunu duyduk. Neler deneyimlediniz?
N.P.: Bu birkaç yıl önce oldu ve Oldenburg Üniversitesi’nden ayrılmamı gerektirdi. Yetkili komisyonun beni atama listesinden çıkarmasının ardından, üniversite yönetimi ve federal eyaletin Bilim Bakanlığı müdahale ederek profesörlüğü alma şansım kalmaması için süreci iptal etti. Ama bu skandalla üniversite benden daha çok kendine zarar verdi. Çünkü bu olayın sonunda, çok daha prestijli olan Siegen Üniversitesi’ne taşındım ve şimdi burada çoğul iktisat yüksek lisans programında ders veriyorum ve araştırma yapıyorum.
A.T.: Yarının ekonomik düşüncesinin nereye evrileceğini düşünüyorsunuz?
N.P.: Belki de ekonomik söylem, birçok modern toplumun şu anda genel olarak deneyimlediğine benzer bir bölünmeyle karşı karşıyadır. İki kamp oluşabilir; bunlardan biri, büyüme dogmasından sapmayı daha fazla gelişmenin temeli olarak görüyor. Şu anda hâlâ baskın olan diğer kamp ise ilerlemeye olan geleneksel inancını sürdürmeye devam edecek. Ancak artık durdurulamayan krizler bu bakış açısını giderek daha fazla alay konusu haline getirecek.
0 Yorum