Ama kentli olmak hiçbirimiz için bu kadar kolay değil. İster içine doğmuş olalım, ister bir kamyonun ardına düşüp gelmiş, her sabah bu kentte uyanmak, insanı öyle kentli falan yapmıyor.
Kentten kentliliğe giden uzun, meşakkatli bir yol var, kente varamadan yolda kalmak da var işin ucunda.
İstiklal’deki büyük dönüşümü bilmeden, Majik’te bir film, bir oyun izlemeden, önce atıl kalıp değnekçilerin elinde çürümeye bırakılan, sonrasında yine bir başka çok katlı otel-avm için yıkılıp hiçbir iz bırakılmayışına bir kalp sızısı duymadan kente nasıl varılır?
En azından bir geceyi boğazın kıyısında bir tahta bankta geçirmeden, boğazın nefesi nefesine karışmadan kim kentin ruhundan falan bahsedebilir?
Bu kentin ritmi, metrobüsten inip metroya koşuştururken hissedilir, vapurda hissedilir, eve bir türlü varamayışta hissedilir en çok. İstanbul’u İstanbul yapan insanlarını tanımadan, Cibali’de Cebe Ali’nin gerçeküstü hikayesini bilmeden, Reşat Ekrem Koçu’dan İstanbul’un ismi geçmezlerinin tarihini dinlemeden olmaz, olmuyor zaten.
Kentte yaşamak bir sanattır diyor Raban.
- Nasıl vakıf olunur, nasıl ilmine varılır bu sanatın?
- Kent, sanatçısını teşvik ediyor mu? Kişi, kente, kendinden, hayallenmelerinden, çağından ne katıyor?
- İyiyi canlı tutanları görebiliyor muyuz?
Bu, bir binanın yanından geçerken ya da belki bir meydanın yanından, kime neden selam vereceğini bilmekle ilgili, Lamartin caddesindeki Şen Apartmanı’nın Art Deco’nun en nadir örneklerinden biri olan kapısını ziyarete gelmişken binayı yerinde bulamamakla, kapının şimdi nerede olduğunu, bunun neden böyle olduğunu sormakla ilgili..
özlem.b.k@baska_kent
#dünyakentlergünündesor
#istanbulçözüldü
0 Yorum