Osmanlı’nın sözünü ettiğiniz dönemlerinde tarım hem etkileyen hem etkilenen olmuştur. Kuruluş döneminde ve yayılmacılık döneminde tarım kesimi ürettiği ürününden verdiği vergi ile Osmanlı hazinesine katkı koydu. Tımarlı sipahi döneminde Osmanlı asker beslemeden kırsalın sırtından ordu sahibi oldu. Topraklar işgal etti. Genişledi. Sonraki dönemlerde toprak düzeninde adaletten saptıkça, dünyadaki teknolojik gelişmeye ayak uyduramadıkça kaybetmeye başladı. Geniş topraklar yitirildi. Bu dönemlerde de tarım kesimi yoğun bir biçimde sömürüldü.
İsyanlar, dolayısıyla sosyal ve siyasal kırılmalar da bu kayıplarla ilişkili değil mi?
Elbette. Osmanlı’daki ayaklanmaların çoğunluğu tarım ile ilgilidir. Toprak düzeni bozulmaya başlayınca sipahilerin hoşnutsuzluğu ortaya çıktı. Bu hoşnutsuzluğu makam elde etmek için de kullanarak isyanı tetikleyip ona önderlik edenler de çıkmadı değil. Ayrıca tarımda alınan öşür oranıyla oynama, geriledikçe vergi çeşidini arttırarak kırsala yüklenmesi Osmanlıya karşı tepkiyi örgütledi. İsyanlar patlak verdi.
Yani vergiler mi İmparatorluğun sonunu getirdi?
Her şeyin başı Sultan ve hanedanlığa yakın makam ve mevki sahibi kişilerin adaletsiz yönetimi. Buna bağlı vergi toplama işinde mültezimlerin devreye sokulması, imparatorluğu sonunu getiren etkenlerden sadece birisi. Ama şüphesiz önemli.
Çöküşü hızlandıran etkenlerden biri de Osmanlı’nın kapitalizme tanışması herhalde. İngilizlerle imzalanan 1838 Ticaret Sözleşmesi sonrası kapitalizm İmparatorluğa nüfuz ediyor. Sizce İngiliz sermayesinin anlaşma sonrası Osmanlı ekonomisinin kötüleşmesinde nasıl bir rol oynadı?
İngilizler sanayisini kurmuş, bu sanayi ile ucuz hammadde bulmak için deniz aşırı ülkelere erişmek ve eriştiği ülkeleri kendi ticaret burjuvazisinin çıkarına göre dizayn eden kapitalist bir ülkeydi. Osmanlı ile yaptığı anlaşmayla da bu emellerini gerçekleştirdi. İngilizler, yaptığı ticaret anlaşmalarıyla Osmanlı’nın atölye sistemini bozdu. Sağladığı ucuz hammaddeleri fabrikalarında işledi. Buradan düşük maliyetli üretim ile girdikleri ülkelerde rekabetle üstünlük sağladılar. O ülkelerin sanayilerinin gelişmesini körelttiler. Osmanlı da bundan nasibini aldı.
1857 yılında Manchester Pamuk Alımı Birliği (MCSA), İzmir ve Aydın’da pamuk üretmek için girişimlerini artırıyor. İngiliz şirketinin çabaları Osmanlı’yı pamuk üretimini teşvik edecek ferman çıkarmaya yöneltiyor. Kitapta buna önemli bir yer ayırıyorsunuz. MCSA örneğinden yola çıkarak Osmanlı, yabancı şirketlerin baskısıyla menfi veya müspet tarımda hangi değişikliklere imza attı?
Osmanlı, yabancıların etkisiyle tarımında bazı teknolojik gelişmelerden haberdar oldu. Yerel de olsa bazı atılımlar gerçekleştirildi. Kapitalist üretim ilişkileri buralarda yeşerdi. Tarımda yabancıların gelişi ticaret kültürünü muhasebe sistemini geliştirdi. Tarımsal üretimde dış talebe göre kısmi şekillenme oldu. Ancak küçük çiftçilik üzerine tarımsal sömürüsünü inşa etmiş olan Osmanlı kapalılık, Pazar için üretim konusunda olması gerektiği oranda kendisini geliştiremedi. Batıda (özellikle Ege’de) kontrol yabancı tüccarlara geçti. Üretimden pazarlamaya onlar belirleyici oldu. Doğal olarak Osmanlı köylüsü için bu durum refah yükseltici olmadı. Ancak endüstriyel ürünlerin üretim ve pazarlanması için aydınlatıcı fener görevi gördü.
Peki, tüm bu gelişmeler sırasında Osmanlı Sarayının etkisi neydi?
Osmanlı son dönemine kadar “Toprakların sahibi Sultan’dır” diye altı çiziliyordu ancak tımarlı sipahi düzeni dağıtıldıktan sonra Osmanlı kırsaldaki üretim ve yönetimi mültezim ve ayanlarla paylaştı. Toprakta fiili olarak özel mülkiyet oluştu. Osmanlı’da üreten köylünün yönetim kademelerinde adı sanı yoktu.
OSMANLI’DA KÖYLÜ, SAVAŞTA KANI DÖKÜLEN BARIŞTA KANI EMİLEN KESİMDİ
Osmanlı’nın girdiği savaşlar ile tarımın arasında bir bağ var mı?
İlk başlarda kırsal savaş için asker sağlıyor, at yetiştiriyordu köylüler. Ayrıca savaş güzergâhındaki köylüler asker ve hayvanlar için gıda sağlayıcısıydı. Aslında savaşların ekonomik yükü ve asker gücü kırsalın boyun borcu gibiydi. Kısacası Osmanlı döneminde köylü, “savaşta kanı dökülen, barışta kanı emilen” kesimdi demek yanlış olmaz.
Kitabın belki de en ilgi çekici noktası “Osmanlı’da Tarımsal Kooperatifçilik” başlığı altında toplanan bölüm. Bize biraz Osmanlı’da kooperatifçilikten, Osmanlı Anonim Aydın İncir Şirketi ve Vali Rahmi Bey’den söz edebilir misiniz?
Osmanlı’da ticaretin yabancı şirketlerin elinde olduğunu söylemiştim. Daha sonra bu şirketler tröstleştiler. Fiyatı birlikte tek elden belirlemeye başladılar. Bunun karşısında Anadolu’da ulusal-milliyetçi düşünce ve duygular gelişti. Bu fikirler yönetim kadrolarını da etkisi altına aldı. Onların da katkılarıyla kooperatifçilik fikri karşılık buldu. Tröste karşı kooperatifçilik böyle başladı. Cumhuriyet için de ilham oldu.
Tarımın Osmanlı modernleşmesindeki payı da azımsanmayacak ölçüde. Ziraat Bankası, Halkalı ve Bursa Ziraat Mektepleri gibi kurumlar bu modernleşmede etkili kuvvetler. Sizce tarım Osmanlı modernleşmesinde de itici kuvvet miydi?
Tarımın modernleşmesi ve eğitim çok geç kalınmış hamlelerdi. Yetmedi. Osmanlı ömrünü tamamlamıştı, az zamanı kalmıştı. Osmanlı ekonomik güç, özgür yönetim konusunda çok zayıftı artık. Bu konudaki hamleler doğruydu, ancak kötü gidişatı değiştirme gücünden yoksundu.
Osmanlı İmparatorluğu’nu tarım mı çökertti?
Hayır. Tersine Osmanlı gerilemeden çöküşe kadar geçen zamanlarda tarım olanağıyla varlığını sürdürdü diyebiliriz. Osmanlı tarıma dayalı olmasaydı –ki başka önemli bir gücü kalmamıştı- daha erken elleri havaya kaldırırdı.
0 Yorum