Françoise d’Eaubonne ve Ekofeminist Düşüncenin Kusurlu Temeli

}

11.21.2022

1974 yılında Fransız düşünür, yazar ve aktivist Françoise d’Eaubonne, doğanın sömürülmesi ile kadınların boyun eğdirilmesi arasında bir bağlantı kurdu. Bu, Amerika Birleşik Devletleri üzerinden dolambaçlı bir yoldan geçtikten sonra Fransa’da kök salmaya başlayan bir fikrin hikâyesidir: eko-feminizm

Teröristler turuncu bir Renault 4’le dolaşıyor ve patlayıcı kullanımıyla ilgili her şeyi Gibert Jeune kitapçısından çaldıkları bir fizik ve kimya ders kitabından öğreniyorlardı. Fransa’nın doğusunda o zamanlar henüz inşaat hâlinde olan Fessenheim nükleer santralindeki boş bir binada bunu gerçekleştirdiler. 2 Mayıs 1975’te iki ev yapımı bomba patladı, su sistemi hasar gördü ve inşaat birkaç ay ertelendi. Françoise d’Eaubonne günlüğüne “Hayatımın zirvesi,” diye not düştü, “ama bu konuda konuşmak istemiyorum.”

Militan feminist, eski direnişçi, deneme ve roman yazarı o zamanlar 55 yaşındaydı; işi iki arkadaşıyla birlikte başarmıştı. Eğer onunla terörizm hakkında konuşacak olursanız, buna “karşı-şiddet” diyecektir. “Düşmanın silahını ona karşı çevirmekten” başka bir şey değil.

Ona göre nükleer güç “ataerkilliği ve onu doğuran güce susamışlığı” temsil ediyordu.

Nükleer enerji onda bomba yerleştirme arzusu uyandırdıysa, bunun nedeni “ataerkilliği ve ölüm getiren mutlak güce duyulan susuzluğu” temsil etmesidir. Bir yıl önce, hâlihazırda düzinelerce kurgu eserin ve feminist teorinin yazarı olan Eaubonne, Feminizm ya da Ölüm‘ü yayımladı. Bir arkadaşı tarafından nükleer enerjinin tehlikelerine karşı uyarılan Eaubonne, Fransa’da cumhurbaşkanlığı için ilk yeşil aday olan René Dumont L’Utopie ou la mort (Ütopya ya da Ölüm) adlı kitabında Meadows’un büyümenin sınırlarına ilişkin raporunun sonuçlarına verdiği yanıtı da okudu.

Şu sezgiye sahipti: Çevrecilik ve feminizm mücadeleleri çok farklı değildir. Bu bize acilen ihtiyaç duyulan bir neolojizm verdi: ekofeminizm. Françoise d’Eaubonne et ecofeminism (Françoise d’Eaubonne ve Ekofeminizm) kitabının yazarı tarihçi Caroline Goldblum, bu fikri “Ataerkilliğin hem çevresel felaketlerden (aşırı üretim ve kapitalist mantık yoluyla) hem de kadınların boyun eğdirilmesinden (kadın bedenlerine el koyarak) sorumlu olduğu” şeklinde açıklıyor.

Françoise d’Eaubonne makalesinde ataerkil toplumun “sınır tanımazlığını”, aşırı nüfusa yol açan “fallokratik aşırı üremeyi” kınamıştır. Doğum grevi ve her şeyden önce “iktidarsız bir kadın toplumu (ve kadınların güçlendirilmesi değil)” çağrısında bulundu.

Peki akademide, çevreciler ve feministler arasındaki tepki ne oldu? Hiç ya da çok az. İçeriden biri olmayan Françoise d’Eaubonne’un çok az desteği vardı. Ve “militan tonu, (ve) radikal ve devrimci yaklaşımı onu bir analist olarak gözden düşürdü. Berkeley’de felsefe yüksek lisans öğrencisi ve ekofeminist aktivist olan Myriam Bahaffou, aktivist ve yüksek lisans öğrencisi Julie Gorecki ile birlikte 2020’de Feminizm ya da Ölüm kitabının yeni Fransızca baskısına ön söz yazdı.

“Françoise d’Eaubonne, fikirlerinin ilerlemesine yardımcı olmayan müthiş bir üne sahipti.”

“Çoğu ekofeminist teorisyenin aksine Eaubonne bir akademisyen değildi. Teorisi doğrudan çeşitli aktivist hareketlerdeki deneyimlerine dayanıyordu,” diye açıklıyor Julie Gorecki.

Hikâye, Toulouse’da yoksul bir burjuva ailesinde, Hristiyan anarşist bir baba ve Carlist İspanyol devrimcisinin kızı olan bir anneyle geçen çocukluğuyla başlıyor. Geriye dönüp bakıldığında, d’Eaubonne’un ergenlik dönemindeki kahramanlıkları kaderinin erken işaretleridir; 13 yaşında bir kısa öykü yarışmasını kazanmış ve 11 yaşında bir manastırın zeminine ıslak bir ayakkabıyla “Vive le féminisme” yazmıştır.

Michel Foucault ile birlikte kampanya yürütüyordu

Eski dâhi çocuğun aktivizmi, direnişte başladı ve 10 yıl sonra 1956’da Cezayir konusundaki tutumuna katılmadığı için ayrıldığı Komünist Parti’de devam etti. Daha sonra Mouvement de libération des femmes’e (Kadın Özgürlük Hareketi) katıldı, Le Nouvel Observateur’de kürtaj yaptırdığını açıklayan 343 kadının manifestosunu imzaladı, Michel Foucault ile birlikte psikiyatri ve ölüm cezasına karşı kampanya yürüttü ve Front homosexuel d’action révolutionnaire’in (Eşcinsel Devrimci Eylem Cephesi) kurucularından oldu. Ve bu kuralı kendi kuralı hâline getirdi: “Çizgisiz bir gün bile yok”.

Üretken bir yazar olarak biyografiler, bilim-kurgu destanları, feminist denemeler ve şiir koleksiyonları yayımladı. 1978 yılında, yeni fikirlerini siyasi çevrelerde tanıtmak için Ecologie-Féminisme (Çevrecilik-Feminizm) grubunu kurdu. Ancak Françoise d’Eaubonne, fikirlerinin ilerlemesine yardımcı olmayan müthiş bir üne sahipti. Biyografi yazarı Élise Thiébaut, “Çok radikal, hatta radyoaktif olarak görülüyordu,” diye açıklıyor.

Caroline Goldblum, “Hayatı boyunca pek çok insanla ters düştü,” diyor. “İyi bir arkadaş olabilirdi ama talepkârdı, hiçbir zaman tam olarak aynı dalga boyunda değildi. İnsanların onu aktivist toplantılarında görmekten mutlu olduklarını söyleyemezsiniz.”

Her ne kadar Fransa’da ortaya çıkmış olsa da, ekofeminizm kavramı 1970’lerin sonundan itibaren yurt dışına yayıldı. Özellikle de kendilerini ekofeminist olarak adlandırmasalar da çevreyi savunmak için verilen büyük mücadelelere kadınların öncülük ettiği Amerika Birleşik Devletleri’nde. Bunların en ikoniklerinden biri 1980 yılında Arlington, Virginia’da gerçekleşen Kadınların Pentagon Eylemi’ydi.

“Silahlanma yarışının sona ermesini istiyoruz. Artık bomba yok. Artık ölüm için inanılmaz icatlar yok,” diyen 2000 aktivist talepte bulundu. Bu çağrıya “eril idealin yaygın toplumsal gücüne” ve “sokaklarımızda ve evlerimizde şiddete” karşı olanların yanı sıra üreme hakları savunucuları da katıldı. İngiltere’de, aynı nükleerleşme ve silahlanma yarışı bağlamında, binlerce kadın 19 yıl süren Greenham Common Barış Kampında bir araya geldi.

Bize şunu hatırlatma fırsatını hiç kaçırmadılar: Kirlilikten en çok etkilenenler en yoksun kadınlar. Hindistan’da Chipko hareketinin kadın köylüleri ormansızlaşmaya ve ormanın ticari kullanımına karşı çıktılar. Ekofeminist teori, toprak mücadeleleri ve aktivist yazılara paralel olarak şekillendi. 1980 yılında ABD’li filozof ve bilim tarihçisi Carolyn Merchant, 16. ve 17. yüzyıllardaki bilimsel devrimi inceleyen ufuk açıcı bir çalışma yayımladı. The Death of Nature (Doğanın Ölümü) adlı kitabında, kadınlar ve doğa arasındaki kadim analojinin nasıl onlara karşı çevrildiğini anlattı. Doğa-atıl madde-tıpkı kadınlar gibi boyun eğdirildi. Direnenlere, yani “cadılara” zulmedildi.

Avrupa dışında, Hindistan’dan Afrika’ya ve Kuzey Amerika’ya kadar ekofeminizm, Fransa’ya dönüşünü zorlaştıran ruhani bir damara da sahipti: Materyalist bir gelenekten beslenen yerel feminizm, ruhanilik ve politikayı, pagan ritüellerini ve toprak mücadelelerini birleştiren Kaliforniyalı Starhawk’ın neopaganizmine olumlu bakmakta zorlandı. Dahası, kadınlar ve doğa arasında kurduğu bağlantı nedeniyle ekofeminizm sıklıkla “özselleştirici” olarak da görülmüştür. Aktivistler “damgalamayı tersine çevirmek” diye karşılık veriyor: Kadınların özünde dünyaya bağlı olduğunu söylemek değil, bu yakınlığın toplumsal olarak inşa edildiğini söylemek… her ikisini de aynı anda değersizleştirmek.

“Ekofeminizm bir parti değildir. Aksine çok farklı teori ve pratiklerin bir araya geldiği “neşeli bir karmaşa”dır.”

 Fransa’da Yeniden Keşif

1980’lerden bu yana Atlantik ötesinde ekofeminizmin kurucusu olarak tanınan Françoise d’Eaubonne, Feminizm ya da Ölüm‘ün yeniden yayımlanmasının ne kadar zaman aldığının da gösterdiği gibi Fransa’da ancak yakın zamanda yeniden keşfedildi (yeni baskı 2020’de yayımlandı). “Bu bir yeniden dirilişten ziyade Fransa’da ekofeminizme ilk gerçek giriş olarak tanımlanabilir. İklim acil durumuyla, MeToo sonrası feminist dönüm noktasıyla ve aynı zamanda kesişimsel ve sömürgecilik karşıtı değişimler gibi dünyaya yönelik diğer yaklaşımların ortaya çıkışıyla bağlantılı,” diyor Myriam Bahaffou. “Ekofeminizmin tarihi, yani tüm dünyada çevresel adalet için verilen mücadelelerin merkezinde yer alan kadınların ve toplumsal cinsiyet azınlıklarının tarihi yeniden keşfediliyor.”

Bu durum, ilk kez Fransızcaya çevrilen antolojiler ve ufuk açıcı metinlerin (Starhawk, Val Plumwood ve Carolyn Merchant gibi isimler tarafından) yanı sıra Françoise d’Eaubonne’un deneme ve romanlarının (özellikle Les Bergères de l’apocalypse) yayınlanmasıyla bir tür yayın çılgınlığına yol açtı. Cadılar hakkında siyaset ve maneviyatı harmanlayan metinler de yeniden ilgi görmeye başladı. Protestolarda, ZAD’da (zones à défendre – savunulacak bölgeler) ve hatta bazı başkan adayları arasında ekofeminizmden bahsedildiğini duymak artık nadir değil.

Ancak ekofeminizm bir parti değildir. Tezini bu konu üzerine yazan Jeanne Burgart Goutal, bunun yerine çok farklı teori ve pratiklerin bir araya geldiği “neşeli bir karmaşa” olduğunu söylüyor. Başlangıçta hareketin ayrıntılı bir haritasını çıkarmak isteyen Goutal, kendini “şiddetli tartışmalarla evrilen, bu arada zaman ve mekân sorunlarıyla boğuşan karmaşık ve çeşitli bir ağ” ile karşı karşıya buldu.

O hâlde, Françoise d’Eaubonne’un sıkça sunulduğu gibi, bu kadar çoğul bir şeyin tek bir “annesi”, tek bir “öncüsü” olabileceğini düşünmek zordur. “Teorilerine ekofeminizm etiketini veren ilk kişi oydu. Ancak Küresel Güney’deki yerli feministler ve sömürgecilik karşıtı feministler, bu terimi kullanmak zorunda kalmadan onlarca yıldır yeryüzü ile toplumsal cinsiyet arasında bağlantı kuruyorlar,” diyen Julie Gorecki ve Myriam Bahaffou, Amerikan yerlisi Paula Gunn Allen, Kenyalı Wangari Maathai ve Bolivyalı Julieta Paredes Carvajal’ı örnek gösteriyor.

Bu akademisyenlere göre ekofeminizm, diğer toplumsal ilişkileri (sınıf, engellilik ve ırk gibi) görmezden gelerek sadece dünya ve toplumsal cinsiyet arasındaki kesişimle ilgilenemez: “antikapitalist ve ulusötesi” bir ekofeminizm, kişisel gelişimle sınırlanan bazı yayınlarda, podcast’lerde ve pazarlama ürünlerinde geliştiğini gördüğümüzden çok farklıdır. Örneğin Afrika Ekofeminist Kolektifi, Afrika’nın WoMin ağı ve Via Campesina uluslararası köylü hareketinin merkezinde yer alan kadınlar ve feministler.

2005’te emekli sanatçıların kaldığı bir evde ölen Françoise d’Eaubonne’un kendisini bir öncü olarak görseydi size inanamayarak bakacağını hayal edebiliyoruz. Entelektüel mirasının yanı sıra, ardında onlarca kitap ve harika protesto pankartları oluşturacak pek çok özlü söz de bıraktı: “Kadınlarla buluşmak kıyametle buluşmaktan daha iyidir.”

Bu makale ilk olarak Fransızca olarak L’Obs tarafından yayımlanmıştır. Burada izin alınarak yeniden yayımlanmıştır.

Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

ÖNE ÇIKANLAR

Dİğer Yazılar

‘Giydiklerimiz ruh halimizi yansıtıyor’

Röportajı Yapan: Neslişah Aygören Rana Kutvan ‘Moda Psikolojisi’ isimli kitabında “Kıyafetlerimiz sadece bir tercih değil, aynı zamanda kim olduğumuzun bir yansımasıdır” diyor. Kutvan ile modanın zihnimizi etkileyen farklı hallerini konuştuk. Rana Kutvan, modaya...

daha fazla bilgi edinin

“Karnavalesk” bir sistem eleştirisi: Yarabıçak

NURAY TEKİN Yarabıçak Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları ÖMER FARUK Yeni İnsan Yayınevi 2023 606 sayfa “Sizce boşluk Tanrı’dan önce midir? Yani Tanrı boşluktan mı zuhur etmiştir? Ya da önce Tanrı, sonra boşluk mu oluştu? Tanrı’nın faaliyetlerini ‘kimse’ ve...

daha fazla bilgi edinin

Bİlgİ Almak İÇİN

İLETİŞİME GEÇİN

BİZİ TAKİP EDİN

Yorumlar

0 Yorum

Dİğer YAzılar

‘Giydiklerimiz ruh halimizi yansıtıyor’

‘Giydiklerimiz ruh halimizi yansıtıyor’

Röportajı Yapan: Neslişah Aygören Rana Kutvan ‘Moda Psikolojisi’ isimli kitabında “Kıyafetlerimiz sadece bir tercih değil, aynı zamanda kim olduğumuzun bir yansımasıdır” diyor. Kutvan ile modanın zihnimizi etkileyen farklı hallerini konuştuk. Rana Kutvan, modaya...

daha fazla bilgi edinin
“Karnavalesk” bir sistem eleştirisi: Yarabıçak

“Karnavalesk” bir sistem eleştirisi: Yarabıçak

NURAY TEKİN Yarabıçak Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları ÖMER FARUK Yeni İnsan Yayınevi 2023 606 sayfa “Sizce boşluk Tanrı’dan önce midir? Yani Tanrı boşluktan mı zuhur etmiştir? Ya da önce Tanrı, sonra boşluk mu oluştu? Tanrı’nın faaliyetlerini ‘kimse’ ve...

daha fazla bilgi edinin
Sepet0
Sepette Ürün Yok
İlginizi çekebilir…
Ankara'nın Keçileri
Orijinal fiyat: ₺ 240,00.Şu andaki fiyat: ₺ 180,00.
: bir myrmidon hikayesi: arif ali cangı
Orijinal fiyat: ₺ 320,00.Şu andaki fiyat: ₺ 240,00.
babamla balonda seyahat: mardin (kopya)
Orijinal fiyat: ₺ 320,00.Şu andaki fiyat: ₺ 240,00.
babamla balonda seyahat: mardin
Orijinal fiyat: ₺ 144,00.Şu andaki fiyat: ₺ 108,00.
hepimizin İçinde bir yer (kopya)
Orijinal fiyat: ₺ 192,00.Şu andaki fiyat: ₺ 144,00.
bir kuş olsam? (kopya)
Orijinal fiyat: ₺ 140,00.Şu andaki fiyat: ₺ 105,00.
bir kuş olsam?
Orijinal fiyat: ₺ 192,00.Şu andaki fiyat: ₺ 144,00.
foça dedektifleri (kopya)
Orijinal fiyat: ₺ 188,00.Şu andaki fiyat: ₺ 141,00.
foça dedektifleri
Orijinal fiyat: ₺ 140,00.Şu andaki fiyat: ₺ 105,00.
deniz fenerinde macera
Orijinal fiyat: ₺ 128,00.Şu andaki fiyat: ₺ 96,00.
Alışverişe Devam Et
0