KANAL İSTANBUL PROJESİ: BİLİMSEL BİR KARŞI GÖRÜŞ*
GİZEM KASTAMONULU: Profesör Doktor Cemal Saydam’dan dinleyeceğiz ardından soru ve cevaplarımızı alacağız.
CEMAL SAYDAM: Hem kendimi tanıtmak hem de tekrardan hoş geldiniz diyeyim öncelikle. Evet, yerleşirsek başlayalım.
CEMAL SAYDAM: Hem kendimi tanıtmak hem de ne işle uğraştığımı sizlere anlatmak için bir öz geçmişimi koydum. Kendimi kısaca tanıtıyorum. Çünkü biliyorsunuz bugünlerde idarecilerimiz böyle her ne fikir öne sürüp de ona karşı çıkan birisi olursa “Herkes işini yapsın” şeklinde bir yaklaşım oluyor. Vallahi billahi bu benim işim. Ben Orta Doğu Teknik Üniversitesi Deniz Bilimleri’nin ilk elemanıyım. 15 sene denizlerde çalıştım. Özellikle uzmanlık alanım İstanbul Boğazı, Boğazlar, Boğazlar-Haliç daha doğrusu Türk denizleri. Ama burada kanalizasyona gidip veyahut da tuvalete gidip sifonu çektiğinizde o kanalizasyonun gidişiyle ilgili benim ekip başı olduğum ekip senelerdir çalışmıştır İSKİ adına. Mesela boğazı dört defa al bayrak kırmızısı rengine boyamış bir ekibin başıyım. Hiçbiriniz bunu duymadınız etmediniz, duymanıza da gerek yok. Biz işimizi yapıyoruz, yetkili yerlere veriyoruz sonuçlarımızı onlar da uyguluyorlar ama hakikaten kanalizasyon deşarjının işte şeyleri benimdir diyebilirim. Buraya da yayınlarımı ve Science Citation bir de bilenler bilir H-indeksimi koydum. Bunları da sorun yani bir profesör oldum diyen insanın Türkiye’de minimum şu on H-indeksini sağlaması lazım altındaysa da dinlemeyin derim. Bu da Erdemli Deniz Bilimleri Enstitümüz, deniz bilimleri deyince çoğunuz koca Piri Reis gemisini tanır ama bu alttaki de Türkiye’nin en büyük araştırma gemisidir. Ben bunun 15 sene her türlü akademik, idari sorumluluğunu taşıdım ve Türk denizlerini bunlarla tanıdık. Ne güzel bir manzara geçen hafta katıldığım bir toplantı Boğaziçi Üniversitesi’nden çekilmiş boğaz resmi. İşte birazcık da alkol falan alırsanız oh değmeyin gitsin. Bende İstanbul çocuğuyum, Beylerbeyiliyim. Boğazın güzelliklerini bilirim. De işte hep böyle bakmışız çünkü genlerimizde hep karacılık var yani denizcilik ruhu maalesef yok. Belki bir yerde geçer ondan da bahsederim. Hep bakar bakarız da niye akar burası yahu. Hani dikkat ederseniz akar da niye? İşte bunu bildiğiniz anda zaten bütün sistemi çözmüş oluyorsunuz. Yarı İngilizce yarı Türkçe hazırladım. Akmasının nedeni Akdeniz’in buharlaşma baseni olmasıdır yani boğazı tanımak istiyorsanız; Akdeniz’i, Karadeniz’i, Marmara’yı genel tanımadan burasıyla ilgili hiçbir yorum yapamazsınız. Akdeniz su kaybeder devamlı yaz veya kış. Dolayısıyla Atlantik ve Karadeniz’e göre alçaktır. Karadeniz’e fazla su girer. İşte bu fazla suyu boşaltan musluk boğazdır, onun için burası akar. Akar deyip de bana inanmayın. İşte biz bilim adamıysak her şeyi verilere dayandırmak zorundayız. Burası da Hidrografi ve Oşinografi Dairesi dairesinin İstanbul’un Anadolu Kavağı’nda yani boğazın Karadeniz girişindeki kırmızı çizgi, mavi çizgi de Pendik’teki deniz suyu yüksekliklerini gösteren aletlerin sonuçları. Gördüğünüz gibi boğazın iki yanında biz ortalama 30 cm. deriz, 60-70 cm, bir metreye varan farklar vardır. Yani İstanbul Boğazı’na Salacak’tan veya Boğaz’ın Marmara tarafından giren bir gemi boğaz boyunca ortalama 30 cm. yokuş çıkmak zorundadır. Bir de suyun tuzluluğu azalır biraz daha batar. Dolayısıyla hakikaten yokuş çıkmak zorundadır. İnen de yokuş aşağı inmek zorundadır. Hem akıntının hızıyla hem de kendi hızıyla gidecek ki dümeni döndürsün etsin diye. İşte bu yokuş aşağı inmenin marifetlerini de benim sitemde görürsünüz. Kaptanlara hakikaten ter döktürür, dünyanın en zorlu denizlerinden bir tanesidir, geçitlerinden bir tanesidir. İşte akmasının ardındaki neden de budur.
Şimdi Marmara Denizi’ndeki çalışmalarımıza gireceğiz, birazcıkta detaydan bakacağız ama neye ulaştık derseniz; biz Marmara denizinin su bütçesini %99 bile diyebileceğimiz oranda biliyoruz. Marmara Denizinin üst tabakası ilk 25 metresi Karadeniz suyudur, 26-27. Metresinden itibaren de zeytinyağı su gibi ayrılmış bir tabakadan da Akdeniz suyuna geçilir. Akdeniz suyu Çanakkale Boğazı’nın altından girer, Karadeniz suyu da Karadeniz’den girer. İşte bunlar Marmara’da iki tabakalı su yapar. Ne kadar tuzlulukla girer, senede km3 girer bunların hepsini net bir şekilde biliyoruz. Asıl sistemi drive eden yani sistemi sürdüren güç şurada gördüğünüz yeşillerden bir tanesi onu da nehir suyu olarak kabul ederiz. Karadeniz’e giren nehir sularının net fazlalığıdır Karadeniz’i yüksek yapan ve boğazlardan akıp buharlaşan Akdeniz’deki suyu sağlayan sistem. Marmara’nın 3378 km3 bir hacmi var. Çok derin mi, çukur 1400 metreye varan derinliği var hemen Büyükada’nın arkası. Bunun ilk 25 metresi Karadeniz suyu dedim, Karadeniz’den gelen suyun da debisini biliyoruz. Marmara’nın üst suyu 3 ayda bir yenilenir. Alt tabakası da 7 senede bir yenilenir. Şimdi bilmeyenler için, iyi hocam ne güzel bulmuşsun denilecek bir şey ama dünya denizlerinden konuşursam bunu hemen 500, 1000, 2000 seneye çekmem lazım. Yani okyanusta bu değişir dediğim rakamlar 500 sene, 1000 sene. Karadeniz’in altı için bile 1500, 2000 sene. Yani Marmara ok dinamik bir yer. İnanılmaz dinamik işte bu dinamizmi zaten İstanbul’u yüzyıllardır kurtaran sistem idi. Şimdi Marmara’ya bakmadan önce sistemi bir tanımamız lazım. Şu en üstte gördüğünüz bundan 12000 sene önceki halimiz, Marmara, boğazlar ve Akdeniz’in. Karadeniz gölmüş, Marmara’da gölmüş, Akdeniz de Akdeniz’miş. Bunu deniz dibinde yaşayan canlıların kabuklarından anlıyoruz. Çünkü o zamanki iklim değişikliğinde Karadeniz’deki su seviyesi düşükmüş. Ne zamanki Karadeniz’in su seviyesi yükselmiş, boğazın girişindeki eşiği aşmış ve Karadeniz suyu Marmara’nın üzerine gelmiş. İyi de göl suyu göl suyunun üzerine geliyor bir şey fark etmemiş. Ama göllerin bir özelliği var. Tatlı suyun girdisinin çok olmasından dolayı diplerinde oksijen tüketimi fazla ve o anoksiye gidiyor. Marmara’nın da Karadeniz’in de dibi nerdeyse anoksikmiş. İşte gel zaman git zaman, işte dedik ya bu Karadeniz ne zaman yükselip Marmara’dan Çanakkale’yi de geçmiş o zaman alttan Akdeniz suyu da tuz dengesini sağlamak için gelmiş. Şimdi bize hep çalışırken derlerdi ki, kanalizasyon projesi çalışmaz, niye, çünkü Marmara suyu Karadeniz’ çıkmaz veya Akdeniz suyu çıkmaz. Çok basit şunu derdik, Karadeniz bir zamanlar gölmüş, tatlı su gölüymüş, şimdi tuzlu, nereden? Çünkü Akdeniz suyu her zaman Karadeniz’e gidiyor bu kadar basit bir mantık. Şu en son hali umarım görüyorsunuz, son 3000 senelik hali. 3000 sene veya 12000 sene jeolojik zaman diliminde keşke salise olabil se keşke zaman olabilse, çok çok yeni bir yapı. Ama sistem böyle kurulmuş ve son 3000 senedir bugünkü gördüğünüz halinde devam ediyor. Şimdi denizlerimizin özelliğini bilmeden yani Akdeniz’in Karadeniz’in yapısını bilmeden Marmara’ya pek bir ahkam kesemeyiz.
İşte şimdi onlara bir bakalım, ders gibi olacak ama işte şurada yazdığı gibi dünyada en zıt deniz koşullarına sahip ülkeyiz. Ben Erdemli’den başlayıp Karadeniz’e ulaştığım zaman dünyada olabilecek en zıt deniz koşullarından geçmiş olurum. Amerikalı adam bir alet geliştirdiği zaman bize gönderirdi biz boğazda denerdik. Boğazda çalışan bir alet dünyanın her yerinde çalışır. Bu kadar inanılmaz koşullara sahiptir. İşte resmi. Denizlere klorofil gözüyle baktığınız zaman önünüze çıkan resim bu. Akdeniz denizin çölü. İçinde hiçbir şey yok. Nasıl çölde hiçbir şey yok diye biliyorduk o da değişiyor ama işte böyle gördüğünüz gibi masmavi içinde hiçbir besin yok. Dolayısıyla ekonomik balıkçılık yoktur. Karadeniz’e geldiğiniz zaman işte yemyeşil, besin dolu, demek balık var. Marmara da göreceksiniz onların aslında doğan çocuğu derim. Şimdi ufak bir tur atalım ama burada işte demin bahsettiğim şey genlerimizde bizim şu var; biz diyoruz ya Orta Asya’dan göçmüş gelmişiz diye, bizim genimizde atın üstünde gelmek var. Atın üstünde doğan atamız çoktur ama denizde doğan yoktur. Yunanlı dostumuza geçin denizde doğan çoktur, atın üstünde doğan yoktur. İşte bu inanılmaz fark ediyor ama denizle olan ilgimizi bu tanıyor ve ispatı diyorum işte. Bu kadar benzemez denizler için de aynı tarihte yasak konur, aynı tarihte av başlar. Bu kadar saçma bir şey olamaz. Biri 15-30 derece arası değişir, neyse girmeyeyim ama tamamen kökünden yanlış bir şeydir. Yetkililere söylediğin zaman “Zaten zor kontrol ediyoruz bir de onu yaparsak ne olur?” diyerek işin içinden çıkıyorlar. Deniz kuvvetleri bile yazlık, kışlık elbiseye aynı tarihte geçer. İskenderun’daki pişer, Karadeniz’deki donar. Ama beyaz elbise giy der, ikisi de giyecektir, siyah giy der ikisi de giyecektir. O bile farkında değil yani kusura bakmasınlar ama değil. Şimdi Akdeniz’e geldik. Akdeniz’in özelliği bu hani atmosferde olan olayların aynısı denizlerde de oluyor. Atmosferde bazen görürsünüz böyle bulut fışkırır havaya doğru. İşte aynı şey Akdeniz’de de böyle oluyor. Şimdi su batma hadisesini de açıklayalım. Şimdi yüzeydeki suyun poyrazdan dolayı olur. Poyraz esip suyu kaçınca yani H2O’su kaçınca geriye daha fazla tuz içeren sodyum klorür içeren su kalır ve bu sodyum klorür fazla olunca ağırlaşır, alt tabakaya göçer. Deniz alttaki tabaka gelir işte bu çoğalınca denizin dibine batma hadisesini sağlar. İşte bu nedenden dolayı Akdeniz’in en derinlerine kadar oksijen taşınır. Işık geçirgenliğine gelelim. Akdeniz’de 100-120 metre gibi okyanus bilimi açısından inanılmaz boyutlarda ışık geçirgenliği vardır. Çünkü suyun içinde hiçbir şey yoktur ışığı kıracak tutacak. Halbuki Karadeniz’e geldiğiniz zaman 20-30 metre, Marmara tam bir felaket. İlk 25 metresi zaten. Besin tuzu zaten yok, yok da işte olan da bu, yok diyebilirsiniz. Akdeniz’in altını üstüne getirsek ne olur, hiçbir şey olmaz. Yok yoka geldiği zaman yok da sonlanıyor. Hiçbir şey yok sadece su. Şimdi bu Akdeniz’i bir özetleyeyim.
‰ 38 (binde) oranında tuzluluğu vardır, oksijene doymuştur, dikey karışım çoktur, ışık geçirgenliği çoktur, besin tuzu yoktur dolayısıyla ekonomik balıkçılık da olmaz. Şimdi hocam İskenderun falan filan, onlar işte eğlence, ekonomik balıkçılık değil.
Şimdi öteki ekstreme gelelim Karadeniz. Karadeniz’e geldiğiniz zaman 2000 metre dibinde, şuraya geldiğinizde 2000 metrelik dümdüz bir havuz. Her yeri 2000 metre, kıyısal alanı, Romanya, Ukrayna önlerindeki şelf, birde yaparlarsa bizim taraftaki boğazın girişindeki, batı tarafındaki, Trakya önündeki şelf alanı. Amasra falan önlerine geldiğiniz zaman denizin nerdeyse böyle uçurum, 2000 metre dibine direk dalıyorsunuz gibi bir şey. İşte o yüzden zaten hep çırpınırdı Karadeniz derler. Karadeniz’in türküsü var ya “Çırpınırdı Karadeniz” tercüme edemezsiniz bunu kusura bakmayın da. Poyraz esip de geldiği zaman Yıldız dağlarına vurduğu zaman tekrar dalga yansıyıp geri dönüyor, gelen dalgayla karşılaşınca bu sefer çırpınırdı Karadeniz oluyor. İşte onun nedeni de bizim bu şelf alanından mahrum olmamız. Tuzluluğu ‰ 17-18 şelf alanı çok daha az tatlı su girdisi var çünkü ortalaması ‰ 17-18, Akdeniz’de ‰ 38. Dikey karışım yok, tabakalaşma var. Bunlara o kadar girmeyeyim özetlerim şimdi. Tabaka tabaka deniz, şurada oksijen var, şurada oksijen yok, şurada oksijeni ölçemiyoruz, şurada h2s başlıyor, şurada nitrat var. Bunları bilirseniz şurada balık var da diyebilirsiniz. Balığın olduğu yer şurası, ben biliyorum. Allahtan balıkçı bilmiyor da balık kendini kurtarıyor. Bilse kökünü kazıyor aramızda balıkçı varsa kusura bakmasın, bizimkiler kökünü kazır. Yani ben yakalamazsam o yakalıyor diyor mahvediyor gidiyor. Bir de çok enteresan bir olay var. Bu Kanal İstanbul sonrası Marmara’da da olabilir diye söylemek zorundayım, şimdi dedim ya anoksik su diye, şu kırmızı işaret, oksijenin bittiği yer. İyi ya, oksijenin bittiği yer Karadeniz’in bir yerine temas ediyor. İşte o temas ettiği yerdeki dip çamurunda h2s olan yerde manganı indirgiyor, oksijen olan yerde de mangan oksijenleniyor, mangan oksit partikülü oluyor ve o partikül Karadeniz’e yayılıyor. Ama 150-200 metre dipte yayılıp işte biz onu aletlerimizle şöyle gayet güzel ölçüyoruz. O kadar dipte olduğu için Karadeniz’de o kadar etkisi yok ama Marmara’da olsa ışığı muazzam keseceği için etkisi çok. Şimdi gelelim Karadeniz’in özetine; düşük tuzluluklu, dikey karışım yok, Akdeniz’de buna demiştim ki dikey karışım çok. Oksijen yok, Akdeniz’de demiştim ki oksijen çok. Yüzeyde Akdeniz için dedim ki besin yok burada besin çok dolayısıyla ekonomik balıkçılık var. Aslında bunun da karşılaştırmasını yapmışım, pardon.
İşte bu Akdeniz -Karadeniz’in özeti:
Çok tuzlu – Az tuzlu
Dikey karışım çok – Dikey karışım yok
Besin yok – Besin çok
Öyle bu kadar zıtlıklara sahip denizlere sahibiz. İşte en sonda da ekonomik bölge yok-var, onlar değil. Karadeniz’in yarısı bizim Allahtan o büyük devletlerle işi çözmek mümkün, bu ekonomik bölge zamanı olduğunda Karadeniz Rusya’nındı nerdeyse yani bütün Karadeniz’in kuzeyi Rusya iken onlar bize dediler ki şurası sizin, burası benim. Teşekkür ederim demekten başka çareniz yok büyük devlet. Onlar sonra bölününce Karadeniz’in en büyük alanı bizim oldu onlar ufak kaldı gibi.
Şimdi gelelim Marmara’ya; işte bunların çocuğu, hakikaten Akdeniz ve Karadeniz’in çocuğu ama doğuştan astımlı. Solunum eksikliği çekiyor. Yani adam şöyle duruyor oksijen açısından bunu iyileştiremezsiniz çünkü yaradılışı oksijen eksikliği ama üstüne yük bindirdiğiniz zaman kötüye doğru gitme meyli çok. Üstteki 25 metresi Karadeniz suyu, 26, 27, 28 metre ye geldiğiniz anda Akdeniz suyu gerisi 1400 metresi de Akdeniz suyu. Ve de boğazdan gelen, hidrolik kontrolden geçen su ile mücadele etmek zorunda diyorum bunları anlatacağım mecburen ki Kanal İstanbul’u anlayalım.
Bütün bunların üstüne bir de işte bu Marmara’nın etrafındaki insan yerleşim yoğunluğu işte bununla mücadele etmek durumunda, İstanbul megapolüyle mücadele etmek durumunda. İşte bunun gece manzarasını görürseniz işte bununla mücadele etmek durumunda çünkü bu kadar kişinin atığı var, eninde sonunda denize ulaşıyor. İşte eskiden %100 Marmara’nın yüzeyine ulaşıyordu, o üç aylık dinamik bunu kurtarıyordu. Şimdi alt suya veriliyor ve Karadeniz’e doğru yoluna devam ediyor. Karadeniz’i kirletir mi falan demeyin, kirletmez öyle bir imkanı yok yolda sonsuz seyrelmeye uğruyor. Niye akıyor sorusunun cevabı su seviye farkı. Karadeniz ile Marmara arasında 30, 40, 50, 60, 70 santime varan günbegün anbean değişen seviye farkları vardır. Bunu mareograf denen aletlerle ölçeriz. İşte Marmara’daki tuzluluk, üstteki 25 metre yeşil olan yer Karadeniz suyu, alttaki 1400 metre Akdeniz suyu. Üstteki suyun sıcaklığı mevsime göre değişir. Alttaki 14,5 derece fix, yaz kış hiçbir şey fark etmez. Bu da yoğunluğu, o kadar yoğun ki Marmara’ya dalan varsa bilmesi lazım yüzey suyunda kendinizi daldıracak ağırlıkla dalarsanız, Akdeniz suyuna gelince takılır kalırsınız, debelenmenize gerek yok imkanı yok geçemezsiniz. Bir denizaltı subayı tanıyorsanız sorun Marmara’da batmak çıkmak ne demektir diye. Batmak gene bir şey değil, giderken altta gemi yok ama ya çıkmak, bir felakettir. Boğazdan denizaltı geçer mi derler, yok geçmez. Boğazın Bebek’in önünde onu yukarı doğru çakar. Şimdi bu yoğunluk farklılaşması suyu, zeytinyağı su gibi yapıyor. Dolayısıyla atmosferden giren oksijen bu tabakayı delip alta geçemiyor. İşte bütün astımlılık nedeni de sürmesi buradan geliyor. Marmara’nın altına giren oksijen sadece ve sadece Çanakkale boğazının altından gelen suyla sağlanıyor, bu Çanakkale boğazındaki akış sistemi. Şu maviyle gördüğünüz Marmara suyu geliyor Mağara Burnu’ndan sonra yüzeye vuruyor ve ipince bir şey olarak Eğe’ye çıkıyor. Alttan çok kalın olarak gelen Akdeniz suyu giriyor ve Marmara’ya kadar ulaşıyor. Şimdi bunun oksijenine baktığınız zaman gelen Marmara suyu üstteki 25 metre bol oksijenli, alttan gelen su da bol oksijenli ta ki Marmara’ya çıkana kadar. Marmara’ya çıktığı anda o Marmara’nın altındaki oksijen eksikliğinden dolayı oksijenini kaybediyor. Kaybediyor da ne oluyor derseniz işte 25 metrenin altında balık yaşamını destekleyecek oksijen yoktur. Efendim biz eskiden 100 metrede tutuyorduk şimdi bilmem ne diyenlerin hepsi palavra atıyor. Çünkü oltanın sonu yok, 50 de at, 100 de at, 1400’e kadar gider. Tuttuğun derinlik değişmiyor, onu bilmediği için zannediyor ki 100 attım, 100’den geldi. Halbuki inerken çıkarken, 25’ten tutup onu aşağı götürürse balık orada ölüyor zaval lı tabii. İşte bunun neden sonucu da bu. Şimdi bu çok önemli, üstteki 25 metre Karadeniz suyu bol oksijenli hiçbir problemimiz yok. Alttaki su, şunun öteki tarafı Ege burası Karadeniz, özellikle İstanbul tarafında şuralarda nerdeyse sıfıra yakın. Sıfır çok önemli anoksiye gittiğiniz anda işler muazzam değişiyor. Sıfıra yakın ama öyle kendini idame ettirip hala gidiyor. Biz onun üstüne yükler bindiriyoruz işte Marmaray’ın toprağını çıkarıyoruz, çınar atarken geçiyor falan filan ama onlar anlık yükler geliyor geçiyor. Sistem yine kendini az da olsa azaltarak devam ettirir ama durum bu. Bunun da İstanbul şehriyle bir ilintisi yok. Bunun nedeni şimdi ona geleceğiz, boğazlardan gelen suya bağlı.
Şimdi boğaza girdik. Benim tarafım Karadeniz, öteki taraf Marmara çıkışı. Yani 30 kilometrelik boğaz boyunca olan hadiseden bahsediyoruz. Boğazda iki tane kontrol noktamız var. İstanbul’da Rumelihisarı Anadoluhisarı arası yani şu boğaz Bebek’ten, Boğaziçi Üniversitesinden baktığınız zaman gördüğünüz uçurumun altı 110 metreye giden derinliğe sahip. İşte o derinliği görünce su orada bir sıçrama yapar. İşte onun için Bebek’te, Arnavutköy’de suyu böyle yerden, denizden fışkırıyor görürsünüz veya Kuleli’nin önünde fışkırıyor görürsünüz. Dipten su çıkma hadiseleri vardır. Kılavuz kaptanlar bunun için gereklidir o bunu görür gemiyi nasıl döndüreceğini, ne edeceğini bilir, ona göre rotasını belirler. Şimdi burası çok önemli burada birazcık daha duralım. Çünkü Karadeniz’den 60-70 metre kalınlığında giren su bu hidrolik kontrollere bakın, şuraya gelince sıçrama yaptığı için karışıyor alttan şu kapıyor. Ama her ne olursa olsun yoluna devam edip 15 metre kalınlıkta Marmara’ya çıkıyor. Ama ne yaptınız 60 metre giren suyu 15 metreye sıkıştırdınız. Hortumun ucunu sıkıyorsunuz. O zaman ne oluyor su daha hızlı Marmara’ya çıkmaya çalışıyor. Çünkü arkadan bu kalın debi itiyor. Aynı şekilde Marmara’nın altında 40-30 metre kalınlığında giren Akdeniz kökenli su da alt tarafa sıkışıp geliyor, 1-2 metre bile olsa Karadeniz’e kadar çıkıyor, işte sistemin normal çalışması bu.
Demin ki sıcaklıktı bu da tuzluluk dağılımı
Aynı şey hiçbir şey fark etmiyor. Kalın bir suyu sokuyorsunuz. Marmara’ya çıkarken incelttiğiniz için öteki taraftan, mavi taraf, hortumun ucunu sıktınız. Bu sıktınız lafının önünde çok önemli bir şey var. Onu da uyduyla göstereyim. Sonra ona dönelim. Karadeniz’den giren suyun Marmara çıkışında Hayırsız Ada’ya…
Şurada Hayırsız Ada’ya çarpınca sanki bir gemiye çarpıyor gibi gemi ikiye ayrılıyor veya o su jet halinde çıkıyor. Kendinden bir şey kaybetmiyor ama alttan su kapıyor. Çünkü yine bir hidrolik bir özellik yani evinizde bir havuz varsa onun suyunu boşaltmak için hortumu sıkıca onun yüzeyine çarptırdığınız zaman havuzu boşaltırsınız hesabı. İşte bu jet akım Marma ra için hayati öneme haiz. Çünkü başka türlü alttan üste geçemeyen su bu jet akımının etkisiyle aşağıdan yukarı çıkabiliyor. Marmara’nın altı çok besinli, eskiden göldü dedik ya. O alt su üste çıktığı zaman Marmara Denizi’nde üretim patlaması yapıyor, işte Marmara Denizi’nde balık olmasının nedeni bu. Yok, göç ediyormuş bilmem ne, besinin peşinde hayvan. Alttan üste bu su jet akımla çıkınca üretim patlaması yapıyor yani organik madde fazlalaşıyor, Çanakkale’ye doğru yoluna devam ediyor ama eninde sonunda bir madde olduğu için o alt tabakaya geçebiliyor. Geçtiği anda da İstanbul’a doğru yoluna devam ediyor çünkü alt akıntı ters yönde. Ama organik bozulmadan dolayı oksijen tüketiyor. Dedik ya, oksijen girdisi atmosferden değil Çanakkale’de. İşte bu denge İstanbul şehrine doğru ters bir şekilde kurulmuş. Neyse o kadar detay bilmeniz lazım değil ama bu jet çıkışı çok çok önemli, Marmara’nın hayatı işte bu. Veya bir başka şey; kızılötesi ışınla alıyorsunuz dedik ya Marmara Denizi’nin altı her zaman 14,5 derece. Mesela yazın 25 derecelik su gelse 14 derecelik suyu kapacağı için soğumuş gibi görünüyor. Uydu da bunu hemen tespit ediyor. İşte çıkan su, beyaz gördüğünüz İstanbul Boğazı’ndan çıkan su direk Çanakkale’ye doğru gitmiyor. Kapıdağ yarımadasına doğru gidip sonra dönüyor. Mesela ben bunu bir yat yarışında kullandım ve benim idare ettiğim yat İstanbul Boğazı’ndan çıkınca hemen Çanakkale’ye dönmedi. Ötekiler bu deli adam nereye gidiyor diyip, biz Kapıdağı’na doğru indik çünkü ben o akıntının içine oturttum onu. Akıntı 3 mille gidiyor, rüzgarda yardım ediyor herkes Çanakkale’ye giderken biz Kapıdağı’na gidip döndük ama Marmara Adası’nın önünde en önlerine geçtik. İşte bunu bilirseniz, akıntıyı nasıl kullandığınızı, olur. Çok önemli bir yük gemisi için bu muazzam yakıt tasarrufu demek.
İşte bir başka resim.
İstanbul boğazından çıkan su kendi özelliğini kaybedip daha yeşilli bir rengin içine girmiş çünkü orada üretim fazlalığı var. Yani çıkan su hemen üretime geçemiyor. Alttan suyu kapıyor Marmara Denizi’ne pompalıyor orada üretime geçiyor. İşte ondan sonra da onun Ege’ye çıkışını görebiliyorsunuz. İkinci bir karışım da lodos zamanı, her lodos zamanı Marmara Denizi’nin altı üstüyle karışır. Bu da çok önemli Kanal İstanbul sonrası için, olmayacak ya. Çünkü ölçümler bize şunu gösteriyor gene bilimsel veri, Lodos zamanı Marmara’nın tuzluluğu ‰ 17-22’den ‰ 30’a çıkıyor. Nasıl olacak alt su üst su ile karışacak ki tuzlu su fazla olsun. İki önemli hadise var Marmara için, bir tanesi her zaman çalışan bu jet çıkış ikincisi de lodos. Lodosun sıklığını da sizler daha iyi biliyorsunuz. Bu da Marmara’nın besin tuzu yani alt tarafı üste getirdiğiniz anda balıklar oynuyor. Besin çünkü balığın peşinde olduğu tek şey besin. İşte onu üst tarafta muazzam fazlalaştırıyorsunuz, alt tarafta da yazıları. İşte bu nedenlerden dolayı Marmara Denizi çok çok özel. Dünyada sadece bize ait. Kanal İstanbul’u diyorlar ya hani Süveyş var, Panama var, Kiel var dediğiniz anda işte denizlerimizen bi habersiniz demektir. Bizim denizlerimizin özelliğine sahip hiçbir deniz yok. O kanalların hiçbiri o yüksekliği şunu bunu haiz değil. Marmara’nın bu özelliklerinden hiç alakası yok. Zaten derdimiz Karadeniz’den gelen su, Karadeniz’den gelen yeşil su Marmara’ya girse daha iyi ama o değil giren kırmızı su. Tuna, Dnyeper, Dnyester’in beslediği su yani biz Karadeniz’in nerdeyse en kirli suyunu alıyoruz maalesef. O su jet halinde çıkıp Marmara’ya girince bakın girenden daha koyu bir kırmızılık, bunlar hep uydu verisi benim boyadığım ettiğim şeyler değil. Diyor ki, çok kritik bir sudasın, dikkat et! Şimdi Kanal İstanbul’u açalım, nasıl yapacağız bir kere Kanal İstanbul’u açınca o da akacak, niye? Ben onu diyorum hep Karadeniz bir havuz, üç tane ana nehir dolduruyor Tuna, Dnyeper, Dnyester, bizimkileri saymıyorum onlar olsa da olur olmasa da olur. Tuna olmazsa ölür, Dnyeper, Dnyester’de ikinci önemli nehirler biraz da Don. Kanalı açtığınız anda yine seviye farkı var ama ne yaptınız havuzu üç musluk dolduruyor bir musluk boşaltıyordu, ikinci musluk açtınız. Hani ilkokul çocuğuna sorulan soru, ne olur havuz boşalır. Şimdi böyle deyince hemen üstüme atlıyorlar, efendim işte bu, öyle boşalmayacak tabii. Karadeniz’in üst seviyesi azalacak giren Akdeniz suyu fazlalaşacak gene seviye aynı kalacak ama Karadeniz suyu boşalacak. Neyse akacak da açacağınız kanal böyle olmayacak, bu doğal kanal. Çıkıntısı da var 30 metre gibi Salacak önlerinde veya 110 metre gibi çukuru da var. Böyle bir şey yapmayacaksınız zaten bu da istemediğimiz bir şey, bütün dertler buradan kopuyor. Peki ne olacak, şöyle bir şey yapacaksınız. Buradan mı geçecek, işte google,işte paint elinize aldınız mı boyayıp gidiyorsunuz, hurafelerden öte hiçbir şey bilmiyoruz, keşke bilsek. Şu üstteki şimdiki akışa göre tuzluluk dağılımı, alttaki de 25 metre dümdüz kanal açarsanıza göre model sonucu. Üsteki altta hidrolik karışımlardan dolayı bir takım karışımlar gösteriyor, bugünkü hali. Alttaki yeni kanal öyle bir şey yapmayacak, gelen Karadeniz suyu aynen çıkıp gidecek. Ama yine yükseklik farkı var, yine Marmara’ya jet halinde girecek. Şimdi yine bu su Marmara’ya girince jet halinde gireceği için alttan yine su kapmaya başlayacak, ikinci bir fabrika çalıştırıyorum. Hani daha önce de anlattığım gibi su jet halinde giriyor Hayırsız Ada’ya çarpıyor, yat yarışında kullandım. Aynen bir kanal daha açıyorsunuz. Boğaza göre çok ufak ama yine de aynı işlevi görecek. Yani şunun gibi bir fabrika çalıştıracak ve de senenin her günü çalışacak. Seviyenin farkına göre çok daha efektif veya az efektif.
Şimdi gelelim ola ki yapıldı: ilk on sene, fabrika çalışıyor ya, ikinci yük geldi ya balık üretimi bile artacak. Don Kişot’luğu ben yapıyorum işte o hoca var ya Allah kahretsin şöyle dedi, böyle dedi bak nasıl adam balığı bile arttırdı var olsun, şu olsun bu olsun çünkü o olacak ilk başta ikinci bir üretim gelecek ve Marmara’nın üstündeki yem artacak, yem artması demek balığın artması demek. Ama o yem eninde sonunda parçalanıp alt tabakaya inecek ve alt tabakada zati bittim bitiyorum, öldüm ölüyorum diyen oksijenin seviyesini eninde sonunda ama mutlaka sıfırlayacak. Çünkü sıfıra zaten çok yakın, ölçmekte zorlanıyoruz. Aletlerin detection limitinde. İkinci on senede bu oksijen yükü alt tabakaya girdiği zaman oksijen tüketmeye başlayacak. Gene sistem aynen çalışıyor, atmosferden giremiyor Çanakkale’den geliyor ve oksijen bununla baş edemeyecek ve bitecek. İşte bir kere bitirdiniz mi, the day after, bir daha geri dönüşü yok, ilelebet yok, sonsuza kadar yok. Aman geri yaptık şu oldu, bundan sonra diyeceklerim oldu hadi kapatalım. İstersen kapat hiçbir şey olmaz sistem anoksiye gittiği anda bitmiştir. İyi de anoksiye gittiği anda da korkunç şeyler olmaya başlıyor. Biz bütün uzman arkadaşlar oturup konuştuğumuz zaman her birimiz bir felaket senaryosuna gidiyoruz. Hiç de iyi olur, gider diyen olmadı çünkü olmuyor. Anoksik ortama geçtiğiniz anda dip suyun kimyası değişiyor. Oksijenli ortamdan oksijensiz ortama geçtiğiniz anda mesela fosfat anormal artmaya başlayacak. Fosfat yüzeye gelince bu üretimi anormal pompalamaya başlayacak. Zaten istemiyorsunuz oksijen tüketiyor diye ama ister istemez alttan daha fazla fosfat gelecek, amonyak gelecek, hepsi besin. İyi de alt taraf anoksik olduğu anda bu fabrika yukarıya sadece fosfat değil H2S’li su da çekmeye başlayacak. H2S maalesef insanoğlunun en hassas olduğu koku. Ben koku almayı bilmem ama milyonda bir olsa onu koklarım. Milyarda birini hissedenleriniz çoktur. Nedense tanrı bizi böyle yaratmış. Ve durum her lodosta özellikle, özellikle de lodos Marmara’dan İstanbul’a doğru geliyor ya, İstanbul H2S kokmaya başlayacak. Bunlar hep olacak senaryolar zannetmeyin ki hayal dünyası falan. Eninde sonunda bu anoksik su bir kere döndü mü yayılmaya başlayacak İzmit Körfezi’ne girecek. İzmit Körfezi’ne girdiği anda İzmit Körfezi’nin dibindeki yaşamı bir anda bitirecek. Bu sefer doğulu rüzgar estiği zaman tekrar H2S yukarı çıkacak. H2S’i gördüğü anda balık yok olacak. Gelmez, oksijeni az olan yere bile gelmez, H2S olan yere hiç gelmez. İşte toplu balık ölümleri olur, kalan bir daha gelmemek üzere göçer.
Üçüncü on senelere, otuzuncu senelere gelelim. Dedim ya, H2S’li su tabanda bir yere çarpıyor diye işte o 25 metrenin altı anoksik olacak.
25 metredeki anoksik su Marmara’nın dibine çarpınca gene mangan pompasını çalıştıracak. Oradan çıkan partikül madde 25 metrede Marmara’ya yayılacak. 25 metre çok kritik çünkü güneş ışığının geçişini engelleyecek bu sefer alttaki anoksiya çok daha korkunç duruma gelecek. Marmara’nın 25 metresinde tamamında hayat tam bitecek. Birkaç on sene Karadeniz havuzu azalmaya başlayacak çünkü Karadeniz’e giren suyun debisini arttırmadan ikinci musluğu taktınız, boşalıyor. Karadeniz su seviyesi azalacak aynı su seviyesini kompanse etmek için aynı yerde kalacak, azalacak demeyeyim Karadeniz suyunun kalınlığı azalacak Akdeniz suyu fazla girmeye başlayacak. O zaman ne olacak Karadeniz’in tuzlanması artacak şimdiki binde 17-18 değil 25-30’lardan konuşmaya başlayacağız belki. Peki, ne olacak, ah keşke bilebilsek. Ekoloji değişecek kesinlikle biliyoruz. Nasıl, işte onu bilemiyoruz. İşte oraya geldiğimiz anda mesela seksenli senelerde yaşadığımız Mnemiopsis leidyi örnek gösteriyoruz. Bir tür geldi Karadeniz’e inanılmaz bir türdü, bütün Karadeniz’i kapladı. Hamsi balığını sildi süpürdü, ne yaptık: hiç, seyrettik. Ne oldu? Öyle bir an geldi ki Karadeniz’in her yerini kapladı. Karadeniz’in üstüne çıktığınızda beyaz bir denizin üstünde gidiyor gibiydiniz. Bir an geldi hiçbiri hiçbir şey bulamadı, tüm yiyeceği tükettiler ve hepsi birden öldüler. İşte Karadeniz böyle recovery etti. Biz ne yaptık, hiç seyrettik, yapacağınız hiçbir şey yok. İşte onun için diyorum, wish we know. Wish we know hakikaten öyle. Efendim ne olacak işte bu üç beş tane Sakarya ufacık bir şey. Doğru boğaza göre ufacık bir şey, bir şey değil yani boğaz en dar yerinde 1 kilometre, bu yüz metreden bahsediyorlar eğer öyle olacaksa. Eğer öyle olacaksa hakikaten de bir şey değil. Ama yine 5-10 Sakarya nehri ediyor.
Beş, on Sakarya’ya bakalım. İşte bu Karadeniz’in batı Karadeniz kıyısından bir yağmur sonrası Karadeniz’e su sağlayan nehirler, şurası da Sakarya, işte Karadeniz’e etkisi. Bir Karadeniz’in su bütçesinde bu nehirleri hesaba bile katmıyoruz, olsa da olur olmasa da olur hesabı. Bunu beşe ona katlayın Marmara’ya boşaltın. Şurada Tekirdağ kadar olan yerde Marmara’ya girdiğini düşünün. İşte etkisi yok ne olacak dediklerinin size gözle anlatabilmek için bire bir dahi olsa ki minimum beş veya 10 katı olacağını biliyoruz. Peki, yeni bir problem daha var. Şimdi yaptınız açtınız 25 metrelik bir şey oraya hadi diyelim ki 7-8 milyon insan yerleşecek, değil mi adada insanlar yaşayacak. Bunların aktiviteleri var, atık suları var. Diyelim tiered ettiniz, yarım veya full tiered, nereye basacaksınız. Marmara’ya bassanız zaten bu senaryolardan dolayı Marmara öldüm öleceğim diyecek onu da bastınız mı daha çabuk ölecek. Karadeniz’e bassanız bütün suyu toplayacaksınız devasa borularla Karadeniz’de, o şelfi gösterdim, onu geçip diğerine gidip basamazsınız çünkü milyarlarca dolar ister. Gene Karadeniz’in sahiline boşaltacaksınız. Ne olacak sonra, işte bu olacak. İşte yukarıdan gördüğünüz şey demin size kırmızı gösterdim bu da başka bir uydu resmi. Tuna’dan, Dnyeper’den, Dnyester’den yapışıp Karadeniz’in kıyısından bize gelen su. İşte o gelen suyun içine bu yeni adanın yükünü şuradan bir yerden verirseniz gene felaket. Niye, Karadeniz’den gelen su zaten kirliydi, bir de o şehrin o kadar nüfusuyla kirlenen atık su da gelecek. Zaten Marmara’da felaket senaryoları yapıyorduk, organik yüklü su geldi mi daha da felaket su. Neresinden bakarsanız rezalet. Bizim bulunduğumuz kurumda hidrojeologlar var. Onlara da sorunca aldığım cevabı da söyleyeyim. Şimdi 25 metrelik kanalı açtınız, bir ada yarattınız, onların cevabını diyorum mantıken de insan ulaşıyor buna ama uzmanı onlar, diyorlar ki işte drenaj kanalı açtın. Sen bunu açınca bütün su oraya boşalır. Yani bu adanın tatlı suyunu zamanla deniz dolduracak çünkü siz 25 metrelik kanalı açtınız, yeni meydana gelen adanın Istranca Dağları ile olan bağlantısını kestiniz. Adanın altındaki akiferleri tatlı su değil deniz suyu dolduracak. Dolayısıyla sonsuza kadar o adada yaşayacak olursa birileri onlara tatlı su da getirmek zorundasınız. Böyle inanılmaz sonuçları var. Onun için şunları diyoruz: bunun hurafelerle değil ne olduğunun, ne bittiğinin bir kere açıklanması lazım, detaylı çalışılması lazım. İki denizi birleştirirken deniz bilimcisine sorman lazım, keşke aramızda olsalardı. Yok, bunun kapalı kapılar ardında çalışması birkaç sene yapılmış. Orada görev alan bir karı-koca mimar benimle temas etti, o zaman değil daha sonra, her toplantı da şerh koyduk: Yahu iki denizi birleştiriyoruz, bir deniz bilimcisine soralım, Yahu iki denizi birleştiriyoruz, bir deniz bilimcisine soralım. Sorulmadı, sorulmadı diyor. Ama diyor kimler gelmiş, işte şu Kuveyt’teki palmiyeleri yapan mimar da orada. Yani milyonlarca doları adam harcatmış. Ama burada politikacıyı da suçlamamak lazım yani adam bir şeyler yaptırmış. Ama işte iki denizi birleştiriyorsun deniz bilimcisine sormuyorsun. Yurt dışından birini getirmekle de olmuyor çünkü dedim ya bu denizlere bu kadar konuşmamın nedeni bu, böyle bir denize sahip bir ülke daha yeryüzünde yok.
Eğer varsa da öğrenelim diyorum. Yani olur da benden habersiz burada çalışan birisi varsa biz de ondan öğrenebiliriz. İşte onun için diyorum ki, bu proje hakikaten unutulmalı yani rafa falan bile kaldırmayıp bu projeyi kesinlikle unutmanız lazım. Çünkü bu proje sadece bizi değil bütün Karadeniz’in ekolojisini ve ondan sonra da Akdeniz’in ekolojisini değiştirecektir. Çünkü bunu açtığınız anda bir sene, on sene, yüz sene değil sonsuza kadar olan bir zamanı düşüneceksiniz. Yüzde bir bile etkisi olsa bin sene sonra etrafı mahvedecektir. İşte bunun için diyorum ya siyasetini böyle düşüncesi ayıp olan değil onlar siyasetçi adı üstünde iki kere iki her zaman dört etmeyebiliyor. Ama ayıp olan ona olur diyenlerindir, diyorum ve teşekkür ediyorum.
Eminim sorular çoktur. Bu işin Don Kişot’luğunu da ben yapar oldum ama bir vazife yani bunu bir İstanbullu olarak yapmak zorundayım.
SORU-CEVAP BÖLÜMÜ
MEHVEŞ EVİN: Mehveş Evin ben Milliyet’ten.
CEMAL SAYDAM: Size yazmıştım ben bunu anlatayım diye. Maillerinize bakmıyorsunuz.
MEHVEŞ EVİN: Bakıyorum, bakıyorum özür dilerim. Bunu konuşuruz sonra.
CEMAL SAYDAM: Hayır, zamanında ben bunu sizlerle böyle hassasiyeti olan gazetecilerimize de yazdım, cumhurbaşkanımıza da yazdım. Ne olur dedim, bakın Gezi olaylarından sonra bu işler alevleniyor. Bununla da alevlenmesin bana lütfen 1-2 saatinizi ayırın dedim. Size değil, cumhurbaşkanımıza dedim. Mailiniz alınmıştır, alındı rafa kalktı işte. Maalesef böyle bizde, buyurun.
MEHVEŞ EVİN: Şimdi Karadeniz’deki ve Akdeniz’deki ekoloji değişecek diyorsunuz. Oradaki yani yurtdışındaki deniz bilimcilerle sizin bir temasınız var mı? Çünkü bu en çok bizi etkileyecek gözüküyor ama diğerlerini de etkileyecekse diğerlerinin de bir itirazı vardır elbette.
CEMAL SAYDAM: Kesin, kesinlikle onları da etkileyecek ama ben hep şöyle diyorum bunu: “Niye adam benim boşa emek, vakit, para harcamamı engellesin?” Yani bu eninde sonunda Karadeniz’in ekolojisini mutlaka değiştirecek. Bunu ben biliyorsam Rus bilim adamı da biliyor çünkü biz Karadeniz’de beraber çalışıyoruz. Ben orak çekiç zamanında Rus gemisine gitmiş insanım, beraber çalışmış insanız. Benim bildiğimi onlar da biliyor. Etkileyeceğini onlar da biliyor. Ama diyorum ya yani Yunanlı dostlarımız da var onlar zor duruma düşünce çıkıp cebimizden para vermedik. Rumlar düşünce belki sevindik. Bu dünyada bu ilişkiler böyle yani devletlerarası ilişkilere gelince çıkarlar öne çıkıyor. Eninde sonunda mutlaka diyecektir. Ama bizim emek, vakit biraz zaman, tartışma gülerek seyredecektir. Rusların hayır dediği bir şeye de yapacak halimiz olmasa gerek ama ben hep şunu diyorum, eninde sonunda buna olmaz diyecekler lütfen onlardan olmaz cevabını almadan biz burada sorun, anlatalım, tartışalım, bilgilendirelim. Ama dinlenmiyoruz maalesef, karşı çıktığımız için hemen damga yiyoruz, ODTÜ’lüyüz zaten kafadan filan falan.
MEHVEŞ EVİN: Yok mu Türkiye’den sizi başka destekleyen? Başka bilim insanları vardır herhalde.
CEMAL SAYDAM: Tabii yani Ethem hocamız burada olsaydı o da aynı şeyi diyordu. Söylediklerinin tamamının arkasında benim de adımı kullanırsın iznini aldım. Evde maalesef düşmüş kaşını gözünü yarmış onun için burada olmadı. Ama herkes biliyor yani bütün oşinograflar buna zati karşıyız çünkü bilim bunu söylememizi gerektiriyor.
MEHVEŞ EVİN: Bir soru daha soracağım eğer mümkünse. Şimdi Kanal İstanbul’u tartışıyoruz ama bir yandan Hayırsız Ada’dan çok bahsettiniz ve Yassıada’dan, ikisinde de imara açılma durumu var. Bir çılgın proje de o iki ada için söz konusu belli değil gerçi ama. Bu deniz açısından yani Sivriada’nın mesela %60 oranında imara açılması denizdeki şeyi nasıl etkileyecek ya da bu bambaşka bir konu mu?
CEMAL SAYDAM: Bir şey yapmaz, denize bir şey yapmaz, bambaşka bir konu. Ama onu da idame ettirmek, deniz kuvvetleri bile bakamadı. Üniversiteye devretti, üniversite deniz bilimlerini koyayım dedi, bakamadı. Biz de olmuyor.
NAZIM ÖZTÜRK: Hocam sadece anlattığınız o deniz sularının karışmasını önleme anlamında Panama Kanalı’nda seviyeler var. Burada da seviyeler yaptıklarında ki şu anlamda söylüyorum yani kapitalistler bu kanalı yapacaklar bana öyle geliyor. Çünkü üstüne on tane yirmi tane liman oturtacaklar, İstanbul Avrupa’nın lojistik üssü haline geldi. Bunun ciddi sinyallerini alıyoruz. Kademeli havuz sistemi yapsalar bu suyun karışmasını engelleyebilirler mi Panama’daki gibi?
CEMAL SAYDAM: Tabii olabilir ama bizdeki su seviyesi Panama’daki gibi önünüzdeki gölden aldığınız su değil. Bizdeki su seviyesi saatler içinde değişebiliyor. Mühendislik her seviye farkında o kanalları açılır kapanır yapar ama her bir kapak bir veya birkaç milyar dolara çıkar. Yani maliyeti karşılarsanız mutlaka yaparsınız. Engelleyebilirsiniz de ama yüz milyarsa bin milyar dolara çıkar gibi bir rakamdan bahsedersiniz derim. Yok, bu olmaz. Bu olursa Marmara’ya, belki de İstanbul’un çaresi bu. Yani bayramda köprüyü üç saatte geçen bir arkadaşınızım. İstanbul’dan kaçmak için işte eskiden nasıldı Haliç’te yaşayabiliyor muydunuz, H2S kokusundan. H2S etrafı sarınca İstanbul da işte yavaş yavaş Anadolu’ya tekrar yayılır. Komedi gibi ama bunun gerçeği bu maalesef.
SALON: Uluslararası bilim insanlarının duyarlılığını arttırma nasıl mümkün olur sorusu bence ilginç bir soru. Hani belki Rusya’daki akademisyenlerin de bilim insanlarının da durumu çok parlak değil ama başka ülkelerden sizin meslektaşlarınızın biraz daha bu konuya eğilmesi mümkün olmaz mı acaba?
CEMAL SAYDAM: Valla bilemiyorum change.org’da ben bir kampanya başlattım, imzalayabilirsiniz. Onun Rusça versiyonunu yaptık koyduk ama ne oldu ne bitti bilmiyorum yani elimizden geldiğince herkesi bilinçlendirmeye çalışıyoruz ki bu eninde sonunda tüm denizlerin ekolojisini değiştirir diye. Batılı dünya da buna sırf bir kanal gözüyle bakabilir kendi çıkarları açısından ama eninde sonunda bu bütün Akdeniz basenini etkileyecektir. Yani bunu açtığınızda gelecek seçimi kurtarayım, üç seçim beş seçim diye bakacağınız bir şey değil, sonsuza kadar. Kapasanız da geri dönüşü yok. Tamam, anoksik oldu kapatın, kaparsan kapa, anoksiya bir daha geri dönmeyecek. Anoksik dediğimiz ortam inanılmaz kötü bir durumdur. Ona bir gittiğiniz anda unutun.
YASEMİN DERYA: Merhaba jeodezi fotogrametri muhendisiliğindenim ben Yıldız Teknik’ten, Yasemin Derya. Jeomorfolog hocamızla çalışma imkanı bulabildiniz mi? Jeomorfolog hocalarımızdan birinin bir yazısını okudum. Cumhuriyet’te yazdı yalnız adını not etmedim maalesef. Depremselliği inanılmaz derecede etkileyecek ve deprem riskini belki binlere katlayacak çok önemli bir skandal proje bu. Çünkü biliyorsunuz ki depremselliği en büyük etmenlerden bir tanesi de İstanbul’un sırtını Istranca Dağları’na dayamış olmasıdır. Zaten halihazırda var olan bir risk varken bu ciddi de bir aslında araştırma silsilesi yapılmışken depremsellikle ilgili, sizinle birlikte bir hocamızın da burada ya da bundan sonraki konferanslarda bulunmasını çok önemli buluyorum ben.
CEMAL SAYDAM: Çok güzel bir noktaya temas ettiniz tabii. Ben uzmanı olmadığım için onlara temas edemedim ama işte gayet güzel bir nokta. Mesela uzmanı yine değilim ama ben 15 sene bir bilim araştırma gemisinde Türk, Dünya denizlerinde dolaştım. Bizim müthiş sınırlamamız vardır, askeri ve bilimsel gemiler istediği yerden geçmez, geçemez. Çünkü ben araştırma yapmıyor desem de alttan mis gibi araştırma yaparım. Öyle aletlerimiz var. Askeri gemi işte hep geçiş kısıtları var, işte Montrö var. Herkese derim ki, boğaz köprüsü yapıyoruz, 50 metre yap niye 64 metre yapıyoruz ortasını çünkü o tarihteki en yüksek geminin geçişini engelleyemezsiniz. Boğaz uluslararası sudur, kendi suyumuzdur ama geçişi engelleyemezsiniz. Ben bütün gün Dolmabahçe’de durup bütün gece siz uyurken sabaha kadar çalışırdım. Niye çünkü boğazdaki geçişi engelleyemem. En az trafik orada olduğu için çalışırdım. Şimdi mesela ben bunu bir dışişleri yetkilisine sordum. Yeni kanalı açtın, paralı geçiş yapacağını ümit ediyorsun, Montrö’de diyor ki boğazlardan geçiş serbesttir, nokta. Kılavuz kaptan alma zorunluluğun dahi yoktur, nokta. Yeni kanal yaptın, oradan geçirirsin. Efendim işte bekletiriz. Tamam, bekletebilirsin. Beklettiğin gemi Rum veya Malta mandıralı olacaktır genellikle tankerler öyledir ama içindeki yük Rus. Unuttuğumuz nokta bu. Bütün enerjide gitmişiz Putin’in kucağına oturmuşuz Putin’e şamar atıyorsunuz. O da size fiskeyi vuruverir. Devletler böyle gidiyor yani niye biz kendimizi bu pozisyona sokalım. Olmadı değil bakın Rusya ile Ukrayna’nın aşkından dolayı burada doğalgazsız kaldık. Kalmadık mı, Mavi Akım niye yapıldı? Şimdi başbakan şöyle çıkarsa “Efendim işte boğazındaki tanker tehlikesi” hakikaten felaket. Bir tanker felaketi olsa İstanbul’u unutun, yok olur. O kadar tehlikeli. Doğrudur, yeni bir kanal aç oradan geçir. Ama geçme zorunluluğu yok. Adam enayi mi buradan bedava geçmek varken on binlerce dolar ödeyip oradan geçsin. Bunu bir dışişleri yetkilisine sordum, “haklısınız geçme zorunluluğu yok” niye söylemiyorsunuz, “biz yetkililere iletiyoruz efendim” işte bu. Yani başbakanımız maalesef öyle bir konuma geldi ki kimse onun fikrine karşı bir şey söyleyemiyor, söyleyen siliniyor. Benim bir alışverişim, beklentim yok. Bilim adamıyım en fazla emekli olurum. Bildiğimi söylemek durumundayım ama söyleyemiyorlar işte. Söyleyemediği için o da yeni kanalı yaparım, şu kadar gemi geçer, şu kadar para kazanırım diyor. Hiçbir şey kazanamaz. Niye İsrail’e bağırta bağırta şöyle yaptırdık, olduğu ilk gün dedim ki ben eşime bak yerden göğe kadar haklı, uluslararası suda hiçbir gemiye, ticari gemiye gidip dokunamazsınız dahi, uluslararası kanunu var bunun. Niye biz gemilerimizi Somali’ye gönderiyoruz da zavallıları öldürüyoruz. Uluslararası bir suda bir ticari gemiye dokunamazsınız. İşte İsrail geldi, dokundu. Somali’den daha kötü, devlet terörü. Düzenli ordusuyla yaptığı için yüzde bir milyar haklıyız. O gemi şunu yapıyor, bunu yapıyor o ayrı hikaye. Cuntacı efendim şunu yapacaktı, bunu yapacaktı, uluslararası suda dokunamazsınız. Kara suyuna da girme dersiniz, girerse batırırsınız, bin kişi ölür hiçbir hak iddia edemezsiniz. Kamçatka Yarımadası üzerinde düşen Kore uçağını düşünün. Girme dedi, girdi, içinde Amerikalı senatörle Rusya düşürdü. Bu kadar basit. Uluslararası kurallar var. Değiştiremeyeceğimiz Montrö. Efendim yeni kanal açıyorum oraya Montrö geçmeyecek, geçmeyecek tabii ama Montrö de kalkmayacak ki, duruyor. Kaldırmak için sizin gücünüz yetmiyor, Montrö’ye imza atan tarafların hepsinin kaldıralım demesi lazım ki kalksın. Enayi mi adam? Ben anlayamıyorum yani bu yaşa geldim bunlara cevap bulamıyorum.
SALON: Bende tekrar depreme dönmek istiyorum. İstanbul’da deprem riski malum. Şimdi bu kanalı açtığınız zaman gece veya gündüz olmasına göre deprem on ila on iki milyon kişiyi bir adada mahsur bırakıyorsunuz. Tabii bunu da bir not olarak bir köşeye koymak lazım.
CEMAL SAYDAM: Evet, tabii deprem gerçeğinde şunu diyoruz, Türkiye’de bende bir zamanlar TÜBİTAK’ta depremle epey ilgilendim, TÜBİTAK başkan yardımcılığı yapmıştım. Türkiye’de bir deprem olursa İstanbul ili her yere yardım edebiliyor, her yere yardım elini uzatabiliyor. Ama İstanbul’da deprem olursa hiçbir il İstanbul’a yardım eli uzatamıyor. Onun için ne olacak, Allah korusun deprem olduğunda deniz kuvvetlerimiz devreye girecek, tamamen Anadolu’yla bağlantımızı onlar sağlayacak çünkü giriş çıkışlar hemen kapatılacak. Yani ordu gücüyle kapatılacak ki benimde oğlum burada yaşıyor, ben atlayıp geleyim girmeyeyim diye içerdeki içerdekiyle mücadele edecek. Yani o felaketleri yaşayacağız. O kara tablolar hazırda söyleyemiyorlar. Deprem olduğunda İstanbul’un Anadolu ve Trakya’yla bağlantısını fiziki bloke edeceğiz diyebilir mi bir politikacı, yapmak zorunda, ne olacak deniz kuvvetleri taşıyacak işte. Feribotlarla taşıyacak, şunlar, bunlar. Onlara gelmeyelim.
SALON: Kontrol konusunda bir ekleme yapmak istiyorum. Bu boğazlardan geçiş yaparken kılavuz talebi ihtiyaridir ve altın franka bağlıdır. Bu altın frank gelirlerini arttırmak için her zaman bürokrasi her zaman bir takım önerilerde bulunur. Dışişlerinin her zaman yaklaşımı aman Montrö çok hassas bir anlaşmadır ve harfine dokunulursa Türkiye aleyhine gelişmeler de olabilir. Bu haliyle, İstanbul’un telefon şebekesi vardı biliyorsunuz, bu haliyle çalışıyorsa bırakın demişler. Montrö öyle bir anlaşmadır, bu haliyle devam etsin der dışişleri. Kapsamlı sunumunuz içinde bir ayrıntıya takıldım. Bu adada oluşacak ek kanalizasyondan mı kaygılısınız yoksa orada zaten bir yerleşim var. Bu yerleşimin kanalizasyonu da Karadeniz’e gidiyor. Siz oluşacak ek nüfustan mı kaygılısınız yoksa…
CEMAL SAYDAM: Tabii, tabii orada mutlaka kendine has bir nüfus artışı olacak çünkü Manhattan tipi işte şunlardan bunlardan bahsediyorlar ya, onun kanalizasyonu nereye akacak? Nereye akıtsanız gene felaket senaryosu.
GK: O zaman hocam toparlayalım, çok teşekkür ederiz geldiğiniz için de.
CEMAL SAYDAM: Ben teşekkür ederim, sağ olun.
* Bu metin 2013 yılında İstanbul’da yapılan “Çılgın Projeler Konferansı”nda Prof. Cemal Saydam tarafından yapılan sunumdur. Bu sunum ve diğer sunumların bant çözümleri yayınevimiz tarafından 2018 yılında Çılgın Projeler adıyla kitap haline getirilerek yayınlanmıştır.
0 Yorum