Sorun çözme aracı olarak cinayete başvurulmasıyla birlikte cinayet kendi geleneğini, ahlakını ve yasasını oluşturmuş; dahası adak, kurbanlar, ayin ve bayramlarla varlığını hem bayraklaştırmış hem de kitleselleştirmiş ve alkışlanabilir kılmıştır.
Her “bütün”ün başlangıcında bir “kurucu cinayet” vardır.
“Öngörülemez ve ele geçirilemez olan kaos”tan “öngörülebilir ve ele geçirilebilir olan düzen”e geçiş hep bir cinayetle mümkün olmuştur. Yaratıcı öngörülemezlik yerine yaratıcılık yoksunu öngörülebilirlik tercih edilerek bir haysiyet (= özsaygı mevcudiyeti) kopuşu yaşanmış ve bu uğurda cinayet işlemekten bile sakınılmamıştır.
En etkili “bütün” olan “din”in işlediği ilk cinayet Kabil’in Habil’i öldürmesidir. Tanrı, bu kardeş katlini onaylayarak sonrasında doğan tüm insanların Kabil’in çocukları olmasına zemin hazırlamıştır: “Dünyaya geliş, bir itaatsizlik ve şiddet yoluyla ortaya çıkar. Yeni bir düzenin kurulması kurban edimi pahasınadır ve her kültürün başlangıcında bir öldürme hikâyesi vardır.” [1]
Sorun çözme aracı olarak cinayete başvurulmasıyla birlikte kan akıtmak normalleşmiş, cinayet kendi geleneğini, ahlakını ve yasasını oluşturarak kendisini güvenceye almıştır. Dahası adak ve kurbanlarla, ayin ve bayramlarla varlığını hem bayraklaştırmış hem de törenlerle kitleselleştirmiş ve alkışlanabilir kılmıştır.
Kurban edenler ve edilenler
Tanrı’nın Tufan’la hareketli ve hareketsiz tüm canlı türlerini kendisine “kurban” etmesinin ardından seçilmiş Nuh da Tanrı’ya “kurban”la karşılık verir: “Nuh RAB’be bir sunak yaptı. Orada bütün temiz sayılan hayvanlarla kuşlardan yakmalık sunular sundu.” [2]
Böylece Tanrı ve insan hareketli ve hareketsiz canlı türlerinin “kurban” edilmesinde ortaklaşır: Artık kurban edenler ve kurban edilenler vardır. Dünya düzenini karakterize eden en belirgin özelliklerden biri de “kurban” olmaya başlar: “Her kurulmuş düzen, daha önce de belirttiğimiz gibi, özünde bir şiddet içerir. Daha sonra da bu düzeni korumak için şiddet uygulanır.” [3]
Ve “kutsal”ı bir dokunulmazlık zırhı olarak edinirler: “Kutsallık ve kurbanlık sistemi modern dünyada yer değiştirmeye ve sekülerleşmeye devam etse de, teolojik-dinsel imzasını kaybetmez.” [4]
Ardından bir türlü itiraf edilemeyen şu basit ve çıplak gerçek gelir: Öte dünyaya ait olan kutsal, bu dünyaya ait olan ulus-devletle ittifak yapar: “Her şeyin dinsel alan içerisinde olduğu arkaik veya geleneksel toplumda kutsallık din etrafında örgütlenirken, modernleşme sürecinde kutsallık da dinden kopar ve ulus-devlet çerçevesinde vatan, bayrak, vatan toprağı etrafında, modernite içerisinde de insan hayatı, bedeni, canlı olarak insan varlığı etrafındaki tertibatlarının temelini oluşturur.” [5]
Artık Tanrı adına değil toprak, vatan, bayrak adına kurban verilmeye başlanır. Baba, öncesinde oğlunu Tanrı’ya kurban ederken sonrasında toprak, vatan, bayrak adına kurban etmeye başlar: “Böylece kutsal, yer ve nitelik değiştirerek, milli devletin etrafında gelişir; yani kutsal da sekülerleşir.” [6]
Baba’nın oğul sevgisinin, Tanrı ve vatan sevgisinden çok daha az olduğu ortaya çıkar.
Kurban ve akıtılan kan, en etkili örgütleyici olan kötülüğün araçlarından birine dönüşür.
Bu yüzden:
“Bütün, yanlıştır.” [7]
…
“Evcilleştirme sözcüğü, doğaya hükmetmek, onu kontrol etmek, elimizle sıkı sıkı kavramak anlamına gelir. (…) Evcilleştirme; doğanın bize az çok özgürce verdiklerinden, doğanın kolonizasyonuna bir geçişti[r]. (…) Şehirler ‘yoğun bir bitki ve hayvan evcilleştirmesi’ olmaksızın var olamazdı. (…) Doğayı fethetme [= evcilleştirme] hedefiyle yola çıkan toplum, giderek artan bir şekilde ‘erkeğin dünyası’ olmuştur. Erkeklik artık başlıca bir erdem haline gelmiştir. (…) Hayvanlar sömürgeleştirildiğinde ve ticari mal statüsüne konulduğunda hem evcilleştirilenler hem de evcilleştirenler niteliksel olarak indirgenir. İlgili herkes için bu [yoksunluk durumu] ‘insanlık tarihindeki en büyük hata’ olarak tanımlanır. Bir zamanlar kendi başlarının çaresine bakabilen bu doğrudan kurbanlar; özerklik, hareket özgürlüğü, zekâ seviyesi gibi ‘kahramanca erdemleri’ kaybederler. (…) Evcilleştirmenin bir fonksiyonu olan toprak mülkiyeti, insanların doğal dünyadan ayrılmasının altında yatan temel sebeptir. Toprak mülkiyeti, üretken kaynakların kuşatılmasının, hem toprağın hem de kadınların kontrolünün başlangıcıdır. Benzer şekilde, mahrem hâle getirilen ev içi alan aynı zamanda aile içi şiddetin de kaynağıdır.” [8]
Evet, toprağın evcilleştirilmesiyle başlayan süreç önce evcilleştirilmiş hareketli ve hareketsiz canlı türlerinin sonra evcilleştirilmiş insanların Tanrı ve ulus-devlet tarafından kurban edilmesine dönüşmüştür.
Yaratılan yaratanla, imge düşünceyle, adına konuşan adına konuşulanla “kurban olmak ve kurban etmek”te buluşmuştur.
Varlık, varlığını kurban olmak ve kurban etmek üzerinden sürdürmektedir artık.
…
İtiraf etmemiz gereken basit, çıplak gerçek ise şudur: Hepimiz bir katilin çocuklarıyız! [9]
*
[1] Tuğrul, S., Ebedi Kutsal, Ezeli Kurban, s. 17, 20, 25, 94, 100, 189.
[2] Kutsal Kitap: Eski ve Yeni Antlaşma, Yaratılış 8: 20, s. 8.
[3] Tuğrul, S., Ebedi Kutsal, Ezeli Kurban, s. 25.
[4] Tuğrul, S., Ebedi Kutsal, Ezeli Kurban, s. 17.
[5] Tuğrul, S., Ebedi Kutsal, Ezeli Kurban, s. 17.
[6] Tuğrul, S., Ebedi Kutsal, Ezeli Kurban, s. 201.
[7] Adorno, T. W., Minima Moralia: Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar, s. 52.
[8] Zerzan, J., Neden Umut? Uygarlığa Karşı Bir Duruş, s. 38, 48, 51, 120, 158, 193.
[9] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanacak olan Çok Kalpli Asi adlı deneme kitabından bir bölüm.
Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
0 Yorum